Powered By Blogger

28 Şub 2013

Aykut Kocaman & Fatih Terim: Neoklasik Yaklaşım



     Tüm dünyada orta ve alt kademe olarak nitelendirilen insanların dert yandığı ortak hususların başında gelen bir şey var; endüstrileşme. Bu endüstrileşmenin getirdiği yenilikler romantikleri de arka plana atmış durumda. Bundan her türlü istihdam sağlayan sektör etkilenirken, futbolu da sarması kaçınılmazdı. Günümüz futbolunun şartları ve yapısı ele alındığında geçmiş dönemlerle arasındaki fark açıkça görülebiliyor artık. Kapitalin her türlü alanda hedef olarak yer aldığı çağımızda futbolun ciddi bir endüstri olduğunu ve bu maksada hizmet ettiğini kimse inkar edemez. Amatör ruhun kaybolduğu, profesyonellik adı altında fabrikasyon zihinli futbolun öne çıktığı bir oluşum var. Eski, klasik dernek usulü üyeler ile oluşan kulüp yapıları yerini çoktan ayrı ayrı şirketlerden oluşan holding yapısındaki organizasyonlara bırakmış durumda. Ödenen maaşlar ve vergiler de ulusal idarenin çıkarlarına hizmet ettiğinden büyük bir sorun teşkil ettiğini anlayamıyoruz. Tüm bu iradelerin, sponsorların ve basın-yayın gelirlerini sağlayan kuruluşların istekleri doğrultusunda hareket eden futbol kulüpleri, taraftarlarını memnun etmek konusunda da gerekli hamleleri sinsice yaptı.

                             
 
 Bu değişimi çok daha evvel yaşamış tüm İngiliz kulüplerini ve belki biraz Real Madrid'i bir kenara bırakırsak, Avrupa'da ve Türkiye'de bir çok kulüp lisanslı ürünlerini, yeniden yapılandırdığı stadyumlarını, borsayı, Avrupa arenasını ya da diğer bir deyişle uluslararası karşılaşmalara katılma hakkını elde etmeyi öyle bir pazarladı ki taraftarların bir nevi beyni yıkandı. Geleneksel yapının futbolu terk ettiğini söylersek yanılmış olmayız herhalde. (Not olarak eklemeliyim ki; bugün buna karşı durmaya çalışan kulüplerin başında Galatasaray'dan sonra desteklediğim tek takım olan Athletic Club de Bilbao gelmekte. Belki mekanizma olarak yanlış diye nitelendirebilirsiniz fakat bu onurlu olduğuna inandığım duruşa bir kez daha selam ediyorum.) Bugün "Biz, sizden daha iyi futbol oynuyoruz" tartışmaları yerini "Bizim stadımız sizinkinden daha iyi" veya "Yeni formayı gördün mü ? En güzel forma bizimki" veya "Şampiyon olamadık ama Şampiyonlar Ligi'ne gidiyoruz" veya "Bizim borsadaki hisselerimiz sizden daha fazla satıldı. Biz böyle taraftarız işte" şeklindeki kıyaslamalara bıraktı. Futbolun esası olan 105x68 metrelik yeşil alandan ve üzerinde gerçekleşenlerden bahsedenlerin sayısı gittikçe azalıyor. Bir futbol romantiği olarak bu durum beni de fazlasıyla rahatsız etse dahi elden bir şey gelmeyeceğinin bilincindeyim. Sayımız zaten hatırı sayılır düzeyde azalmışken ses yükseltmek ne kadar mantıklı bilemem. Ses çıktığı takdirde de "Şeriatın kestiği parmak acımaz" zihniyetinde bir tepkiye maruz kalmak pek olasılık dışı gözükmüyor.

     Günümüzün modern(!) yapısında futbolu yönetmek ise başlı başına bir sorun. Avrupa'da bu belirli bir sisteme oturtulmuş durumda fakat Türkiye adeta kan ağlıyor organizasyon idaresi açısından. Şirketleşme esasına binaen kurulan, görev alan yönetimler hala parlamenter monarşi sisteminin esaretinde ve bunu engellemeye gücü yetecek kimseler rant kaygısı nedeniyle sessiz kalmakta. Hareket etmenizi sağlayacak alanı çember olarak farz edersek, çember birkaç kişi tarafından belirleniyor ve insanlar bu çemberin içinde eylemlerini gerçekleştirirken serbest bırakılıyorlar diyebiliriz. Bu serbestlik onların özgür olduklarına inanmalarını sağlıyor lakin uzaktan yakından alakası yok. Bu durum yapılanmaların bağımsız olduğu düşünülen tribünlerinden sahaya, tesislerinden salonlara kadar etki ediyor haliyle.
   
     İşte tüm bu şartlar dahilinde yönetimin amatör kalmaya çabalayan kısmını yani teknik idareyi ve önemini bir çok kesim unutmuş durumda. İşin ana kısmı olduğunu söylediğimiz yeşil sahayı ve üzerindekileri işleyen, ürünü yüksek kalitede tutarak pazarlanmasını sağlayan işçilerden söz ediyorum. Şahsi kanaatim onlar olmadan ne tüketici ne de üretici gerekli iş ve kullanım kapasitesini yakalayamaz. Onları çok önemli bir sektör olan takı-mücevher alanındaki dizayn sorumlularına benzetebilirsiniz. Külçe altını kolunda, boynunda, parmağında taşıyan bir insan gördüğünüz zaman da bu söylediğimi unutabilirsiniz.

                                           
     Çok uzağa gitmeden, kendi ülkemizin en büyük iki spor kulübü olduklarına inandığım Galatasaray ve Fenerbahçe'nin futbol branşlarındaki teknik patronlarını incelemek istiyorum bu doğrultuda. İnsan gücünün, insan emeğinin yani futbolcunun ana madde olduğu futbolda, Neoklasik Organizasyon Teorisi'ni ve bu teorinin getirdiği yönetim yaklaşımlarından birini kullanarak idare tarzlarını analiz etmek gerekli diye düşünüyorum. Böylece neleri doğru, neleri yanlış yaptıklarını kavrayabiliriz. Bunun için de Neoklasik Organizasyon Teori'sinin üç önemli yaklaşımından durumu en iyi şekilde açıklayacağına inandığım Sistem 1 - Sistem 4 modelini kullanmak istiyorum.[1]

Rensis Likert, Sistem 1 - Sistem 4 Yaklaşımı:

     Rensis Likert Sistem 1, Sistem 2, Sistem 3 ve Sistem 4 olmak üzere dört farklı yönetici olduğunu öne sürmüştür. Organizasyonlardaki başarıların ise yaptığı deneyler sonucunda Sistem 3 ve Sistem 4 metotları kullanıldığında geldiğini savunmuştur.[2]

     Sistem 1 "İstismarcı Otokratik Yönetici" tanımlaması için kullanılmıştır. Bu modelde lider astlarına güvenmez. Astlarının serbestliği onun belirlediği sınırlar içinde, onun istekleri doğrultusunda şekillenir ve çalıştırdığı insanların fikirlerini nadiren sorar. Belirli insanlarla çalışmak için gösterdiği ısrar kolayca fark edilebilir. Katıdır.[2]

     Sistem 2 ise "Yardımsever Otokratik Yönetici" olarak bilinir. Astlarıyla olan ilişkisi hizmetçi-efendi ilişkisine benzetilir. Duyduğu güven de bu bağlamda şekillenir. Sistem 1'deki kadar olmasa da serbestlik yine sınırlıdır. Astlarla olan fikir alışverişinin olması gerektiğine inansa bile bunu minimum düzeyde tutmaya çalışır. Yeniliklere açık olması da mekanizmanın dayattığı zorunluluklardan çıkar. Katıdır.[2]

     Sistem 3 "Katılımcı Demokratik Yönetici" olarak gösterilmiştir. Organizasyon içinde kendisine bağlı olan insanlara duyduğu bir güven vardır ancak kararlarla ilgili kontrolün tamamen kendisinde olmasını ister. Otoritenin kendisi olduğunu hissettirerek serbestlik verir. Yetki devrini gerçekleştirirken denetler ancak bunu hissettirmeden yapar. Astlar bu bağlamda kendilerini oldukça serbest hissederler. Genel olarak yeniliklere açıktır, yapılanma içindeki herkesin fikrini alır ve onları kendi süzgecinden de geçirerek kullanmaya çalışır. Katı fakat anlayışlıdır.[2]

     Sistem 4 de direkt "Demokratik Yönetici" olarak nitelendirilir fakat benim görüşüm burada "fazla" demokratikliğin olduğu yönünde. Likert bu modeli en ideal model olarak görse de ben katılamıyorum. Genel itibariyle informal yapılardaki yöneticilerin sıfatı denilebilir. Bütün konularda astlarına tam bir güveni vardır. Belirli bir otoritesi bulunduğu söylense bile bence bulunmaz ve bundan dolayı laubalilik derecesinde bir serbestlik söz konusudur. Kontrolü elden bırakır, yetki devrini gerçekleştirir ve denetlemez. Daima astlarından fikir alır ve kendi hissesini koymadan onları uygular. Anlayışlı, yumuşak bir yapıdadır.[2]

     Zemini hazırladıktan sonra kendi gözlemlerim üzerinden parçaları yerleştirmek kaldı geriye;

                               

Aykut Kocaman: Bu yöneticiler arasında "Sistem 2" olarak gösterilebilir bence. Bugüne kadar İsmail Kartal'ın, Fahrudin Ömeroviç'in açıklamalarına pek rastlamıyor oluşumuz astlarına sağladığı serbestliğin bir göstergesi olabilir. Son 1 yıldaki Recep Niyaz ve Beykan Şimşek hamleleri genel inatçılığından kurtulup gençlere de imkan vermeye çalıştığını gösterse de Selçuk Şahin ısrarı bana hep yeniliklere kapalı olduğu hissini veriyor. Futbolcusunu savunmaya çalışırken bunu aslında kendisi için yaptığı hissiyatını da geçirmiyor değil karşı tarafa. Raul Meireles olaylarındaki tüm Fenerbahçeliler ile sergilediği tutum bence yanlıştı. Evet Fatih Terim de bunu Melo-Riera kavgasında yapmış gibi gözüküyor ve o da doğru değil. Ayrıca Gökhan Gönül'ün alternatifsiz olmasını anlayabilirim ama sürekli oynatılarak yorulması ve bu nedenle agresifleşmesi onun çare bulması gereken hususlardan biri. Takımdaki sorunları belirli yöntemleri uygulayıp çözmeye çalışıyor ancak bu yöntemler sonuç vermeyince oluruna bırakıyor gibi hissettiriyor.

     Bir diğer önemli konu da mimiksizliği, bu nedenle çok katı gözükmesi ve karizma eksikliği. Duygularını dışarı vurmayan, takdir mekanizmasını pek kullanmayan bir imaj yaratıyor Aykut Kocaman. Recep Niyaz'ın bir maçta attığı gol sonrası ona koşması ve onun bu sarılmaya hiçbir tepki vermeyerek durması beni bile çileden çıkartmıştı açıkçası. İçimizden biri gibi durmuyor tavırları nedeniyle. Gollerdeki sevinmeleri, yüzünün gülmemesi futbolcuyu olumsuz etkileyecek özellikleri. Fazla resmiyet ise cabası. Suratındaki olumsuz ifadenin maç esnasında kenara bakan oyuncuya neler hissettirdiğini anlayabilmek için empati kurmanıza gerek yok. Bir Galatasaray taraftarı olarak beni bile yoruyor. Şunu da eklemek gerekli; yaşanan bir çok talihsiz olayın getirdiklerini bir bahane olarak öne sürebilirsiniz ancak takım içi kimyada üstüne düşen rolü oynadığını düşünmüyorum. Bugüne kadar hiçbir Fenerbahçe futbolcusu ile yaşadığı bir diyalog görmedim. Mesela bırakın futbolcusunu, başka biriyle şakalaştığı dahi görülmüş şey değil Aykut Kocaman'ın. Birkaç kez güldüğünü gördüm ben ve yakışıyor üstelik. O sert ifadesi yerine daha samimi bir tarz yakalasa inanın hem yakışacak hem de ciddi bir performans artışı gözlenecek Fenerbahçe'de. Elbette özel yaşantısında nasıl bir insan olduğunu bilemeyiz fakat yarattığı izlenim kesinlikle ilk önce bahsettiğim yönde.

                                 

Fatih Terim: Taraf olduğumu düşünenler olabilir ancak belirtmeliyim ki objektif olduğuma daima inanmışımdır ve öyle olduğumu söyleyen çoktur. Bir şeyi körü körüne savunmak yarardan çok zarar getirir inancındayım, bunu istisnasız her alanda uygulamaya çalışıyorum. Yazının gidişatı nedeniyle bir amaç güttüğümü düşünmenizi istemiyorum fakat Galatasaray'ın Fatih Terim'in gelişinden bu yana büyük bir sıçrama yaşadığı ortada. Hatta son iki sezondur Fenerbahçe'den daha iyi bir oyun sergilediği, kötü oynasa dahi kazanmayı başardığını ve bunu bir alışkanlık haline getiriyor olduğunu söylemek hatalı olmayacaktır. Bunu Ünal Aysal'a bağlayanlar olabilir, dün ve bugün yapılan transferlere bağlayanlar olabilir. Haklı oldukları noktalar olsa bile ben aslan payının Fatih Terim'e ait olduğunu düşünüyorum.

     Teknik adamlık kariyeri boyunca ciddi başarılar yakalamış bir insandan bahsediyoruz. Galatasaray ile 5 lig şampiyonluğu, 1 Avrupa Kupası, 2 Türkiye Kupası, 1 Atatürk Kupası, 3 Türkiye Süper Kupası kazanmış ve Milli Takımlar düzeyinde 1 Avrupa Üçüncülüğü yakalamış. 21 Yaş Altı Milli Takım ile de 1 Akdeniz Oyunları kazanıp 1 kere de final oynamış. Otorilerce kariyerinin en kötü zamanı olarak adlandırılan İkinci Galatasaray Dönemi esnasında dahi başarıya oynamış ve 33. haftada oynanan Beşiktaş derbisi ile şampiyonluğu kaybetmişti.[3]

     İşte bu Fatih Terim bence "Sistem 3" kategorisinde değerlendirebilecek bir hoca. Kontrolü asla elden bırakmayan, otorite olduğunu ciddi biçimde hissettiren fakat yaratıcılık için serbestliği verebilen bir yapısı var. Hasan Şaş'ın ve Ümit Davala'nın maç sonrası analizlerine denk gelmek onlara duyduğu güvenin bir işareti olabilir. Aynı zamanda oyuncusuna güvendiğini hissettiren ancak kötü performans gösterdiğinde de yanına oturtabilen biri Fatih Terim. Burak Yılmaz'ın son dönemdeki 2 maçlık kulübe performansı buna örnek olarak gösterilebilir. Engin Baytar'ın sorumsuz davranışlarına rağmen kazanmaya çalışıp geri dönüş alamayınca tamam demesi ve geçen seneden beri ısrarla oynattığı Emre Çolak'ı bir anda yanına oturtması da var. Sneijder'in yedek bırakılamayacak bir oyuncu olması elbette ayrı bir tartışma konusu fakat Fatih Terim'in genel imajı bunu da yapabilecek bir teknik direktör olduğunu gösterebiliyor. Yeniliklere açık olması da tecrübesiz antrenörler olarak nitelendirilebilecek Ümit Davala ile Hasan Şaş'ı yanına almasıyla ve geçen sezon direttiği tek forvetli sistemin işe yaramadığını fark ederek 4-4-2 sistemine bir anda dönmesiyle açıklanabilir. Oyun anlayışındaki esnekliğini de Manchester United karşılaşmalarını ayrı ayrı inceleyerek fark edebilirsiniz.

                              

     Burada araya girip bir şey belirtmem gerekli. Fatih Terim açıklamasında yazı uzayacak olsa da bu rahatsız etmesin kimseyi. Planlanmamış bir şekilde Aykut Kocaman'ı da buraya dahil edelim. Aykut Kocaman ile bu yönden kıyaslamak mümkün Fatih Terim'i. Aykut Hoca 4-2-3-1 için Sow'u kanat oynatıyor mesela. Halbuki 4-3-3 oynamak Fenerbahçe için belki de en ideal sistem. Elinizde Kuyt, Webo ve Sow üçlüsü varken, orta sahanızda Emre gibi oyunun iki yanını kusursuz oynayabilen bir oyuncu ile Topal gibi bir kesici varken, Gökhan Gönül gibi bir hücumcu bek ile Ziegler veya Hasan Ali gibi defansif özellikleri ağır basan kademeci bekiniz varken neden ısrarcı anlamak mümkün değil. Şu an 4-3-3 muadili bir oyun oynasa da Fenerbahçe, dizilişin bundan uzak olması oyununa kötü yansıyor. Fakat Fatih Terim oyun içindeki serbestliği sağlayarak bunun önüne geçtiği gibi, işlerin kötü gitmesi ya da iyi gitmesi durumunda şablon değiştirerek oyunu inisiyatifinde tutmayı başarması alenen gözlenebilir. Genel "Taktikle değil motivasyonla götürüyor işi" kanısına nazaran, taktik yönünün de en az motivasyonu kadar etkili olduğunu düşünüyorum.

     Sistem 3 için ideal olduğu konulardan birisi de duygusal yapısı, mimikleri, tavırları ve karizması. Fatih Terim bir otoriteden çok bir itici güç olarak da nitelendirilebilir aslında. Hal ve hareketleriyle sahadaki oyuncularına moral depolayabiliyor. Maçı kulübede olmasına karşın oyun içindeki oyunculardan çok daha fazla istediğini belli edebiliyor ki çoğu oyuncu golünden sonra ilk iş kulübeye ve ona koşuyor. Takım içi kimyayı ve sinerjiyi en yüksek seviyeye çıkarmak konusunda ne kadar başarılı olduğunun bir göstergesi. Oyuncu ile diyalog kurmak açısından da laubalilik seviyesine gelmeden, babalık yaparcasına davranması ise kendisine yazılabilecek artı puanlardan biri. Braga maçında Burak'ın ilk golden sonra ona koşması ve o esnada söylediği bir şeye karşılık Burak'ın "Üzülme hocam atarız bir tane daha" demesi oluşturduğu bağın adeta simgesi. Karizması da ciddi bir kitleyi peşinden sürüklemesine yardımcı oluyor tabi. Bu hususta kameralara oynadığı düşünülse de Fatih Terim'in genel babacan tavrı, saygısızlık görmediği sürece değişmiyor.


     Bu açıdan bakıldığında Aykut Kocaman'ın komple yanlış, Fatih Terim'in komple doğru yaptığı izlenimini yaratan bir yazı olmuş olabilir ancak eleştirmenin yüceltmeden daha faydalı olduğuna yönelik bir karakterim olduğunu söylemeden geçmeyeyim. Ve ne yazık ki Aykut Kocaman'ın Fatih Terim'e kıyasla doğru yaptığı şeylerin de pek olduğunu düşünmüyorum ben kendi değerlendirmelerim ve düşüncelerim doğrultusunda. Fenerbahçe o meşhur 3 Temmuz'dan bu yana gelen süreçte taraftarıyla ayakta durmayı başardı ama taraftar da artık yoruldu. Sanıyorum onlar da farkında yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunun. Bu sene sonunda gelecek olası bir şampiyonluk değiştirebilir düşüncelerini belki. Çünkü burası Türkiye.

     İyi veya kötü özetleyebilmişimdir umarım durumu. Unuttuğum, atladığım ya da yanlış yaptığım bir şeyler varsa dilerim objektifliğimden şüphe etmez ve kendinize göre tamamlarsınız.



[1]: http://www.change.freeuk.com/learning/business/systems1to4.html
[2]: http://www.learnmanagement2.com/likert.htm
[3]: http://www.tff.org/Default.aspx?pageID=219&antID=1063339

1 yorum:

Mexbrush dedi ki...

Yazınızı baştan sona okudum. Keyifle anekdotlar vererek düşüncenizi güzel olarak iletmişsiniz.

Sistemler arası düşünürken dışarıya verilen algısal iletiler de hep Aykut Kocaman'ın demokratik olduğu ifade edilir. Fatih Terim'in de daha despot yapıda dediğim dedik olduğu.

Biraz ayrıntılı düşünüldüğünde ise Aykut Kocaman'ın EQ eksikliği kimya ve iletişim zaafiyetini doğurmakta. Ayrıca hiçbir maçta da aklî bir hamle yaparak egemenlik kurduğunu hatırlamıyorum. Yaptığı tüm oyuncu değişikliklerini herkes ezbere sayabilir.

Futbolcular günündeyse ve pozisyon şansları yanlarındaysa olaylar lehlerine gelişiyor. Lazio maçında bile - seyircisiz oynan ve Fenerbahçe'nin yarıfinale kaldığı - seyircisiz motivasyonsuzluğuna ve yarattıkları tehlikelerde alacakları itici ateşleme desteğinden yoksun oldukları halde Lazio 1-0 öncesi ve sonrası hatta 1-1 sonrası 3,4 yapacak pozisyonları buldu.

Bitirici yetenekleri kısır olduğundan ve oluşacak seyirci baskısının hataya zorlama şansından mahrum kalmaları sebebiyle elendiler.

Fatih Terim otoriter, dediğim dedikçi diyoruz. Bakıldığın da Scott Piri'yi - ki 2008'de Milli Takım'a güçlü fiziksel yükleme yapmıştı. Fakat kısa sürede gelen yükleme sebebiyle Michael Skibbe'li Galatasaray sezona 6-7 sakatla girmişti - bu sefer en başından sezon öncesi getirerek kademe kademe fiziksel gücü arttırdı.

Kondisyon ve kuvvet antremanlarını işin profesyoneli Amerikalı Spor Bilimadamına bıraktı. Bu da hem esnekliği, hem gerekli görev paylaşımını kontrolü dahilinde yaptığını göstermekte.

Cezası ile gündeme gelen Asistan Duygu hanım örneği de yeni yeni gündemimiz de. Eski tornadan çıkıp yeni tornalara uyum sağlama gayretinde olan bir teknik adam Fatih Terim.