Powered By Blogger

10 Haz 2013

Alman Mühendisliği Baskı Makinesi

Jürgen Klopp 2008 yılında BVB’nin başına geçtiğinde Alman olmayan futbol takipçilerine “çılgın profesör” görüntüsünden başka bir izlenim vermemiştir sanırım. En azından o dönemler sarı Ruhr kulübünü henüz takip etmeye ve ilgi çekici bulmaya başladığımdan benim için durum böyleydi. Aslına bakarsanız, -herkesçe malum- geçirdikleri iktisadi bunalım sonrası küçülen hedeflerle pek de başarısız olacağını düşünmüyordum, zira nereden bakarsanız bakın Dortmund takımı kendisine en azından Bundesliga’da orta sıralara tutunmasına katkıda bulunacak başarılı bir geçmişe ve köklü bir taraftar geleneği ile destek kitlesine sahip. Özellikle “Sarı Duvar” namını kazanan taraftarları takımlarına olan tutkularıyla ünlü ve Jürgen Klopp tam da bu tutkuyu sahaya indirmiş görünüyor.




Jürgen Klopp’un iki senelik ilk dönemine bakıldığında aslında yukarıda yazdığımız beklentileri karşılamış gözüküyor. İkinci sezonunda takımını Bundesliga’da 5. sıraya taşıyıp Avrupa turnuvalarına bilet almasına rağmen Klopp’a ve daha da önemlisi “Prusya” ekibinin yönetim kuruluna göre takım ve teknik direktör potansiyelini henüz yansıtmamıştı ve asıl çıkış ve yapılanma işte bu sezondan sonra başladı. Üçüncü sezona başlarken Nuri Şahin kaptanlardan biri yapılarak saha içi liderlik görevi Türk oyuncuya verildi. Nuri Şahin’in sezon sonunda Real Madrid için Kuzey Ren-Vestfalya’yı terk etmesi bile Borussia Dortmund’un çıkışını dizginlemedi ve daha da önemlisi ise bu yapılanmanın ve sistemin oyuncunun ve/veya oyuncuların bireysel yetenek ve icralarına bağımlı olmadığını gösterdi. 2010-2011 sezonunun Bundesliga takipçilerine gösterdiği bir başka gerçek ise Jürgen Klopp’un başarısının gelip-geçici veya tesadüf olmadığıydı, çünkü şampiyonluk yarışı kopana kadar BVB’nin en büyük rakibi Jürgen Klopp’un eski takımı sınırlı bütçesiyle Mainz idi.

Peki Jürgen Klopp Dortmundlu oyunculara nasıl bir futbol oynatıyor? Tamamen kendi ifadeleriyle açıklayacak olursak “oyun kuralları dahilinde hırslı ve saldırgan bir futbol.” Bu sadece Klopp’un benimsediği oyun felsefesi, ancak elbette dile kolay. Biraz teknik ayrıntı vermek gerektiğinde ise karşımıza Avrupa’nın son 10 yılına damgasını vuran Barcelona ile 20. Yüzyılın en başarılı futbol takımı Real Madrid’in oyun anlayışının harmanlandığını söyleyebiliriz. Tabi ki de ikisinin de sadece en iyi oldukları alınarak…
Bir çok kişi Barcelona’yı bol gollü galibiyetlerinden dolayı hücumcu bir takım olarak ele alır ancak Barcelona’nın sahada öncelik verdiği şey basittir; topa kaybedilen alanda ani baskı yapmak. Bunun nedeni elbette ki topun değerini bilmelerinden kaynaklanıyor ve işin aslına bakarsanız bu defansif bir anlayıştır, çünkü temelinde topa sahip olunduğu sürece gol yenmeyeceği anlayışı yatar. Hücumda ise alabildiğine sıkıcı, yavaş ve yine topa sahip olmaya fazla değer vermekten gelen bir titizlikle pas yapmak vardır. Yani Barcelona’nın bol gollü galibiyetleri ve şâşâlı zaferleri aslında oyuncu yeteneklerinden kaynaklanır denilebilir. Rakip savunma ne kadar önlem alırsa alsın, kilidi açacak bir yıldız oyuncuları mutlaka olmuştur.


Jürgen Klopp’un tasarladığı makinenin farkı ise bu anlayış ayrımında kendini belli ediyor. “Oyun kuralları dahilinde hırslı ve saldırgan futbol” sadece alan daraltma ve ani yoğun pres ile ortaya konulabilecek bir şey değil. Dahası, oyunun hücum bölümüde fark yaratmak için gerekli olan bireysel yetenekler söz konusu olduğunda Borussia Dortmund’un imkanları belli. İşte burada sözünü ettiğimiz “bireysel yetenek ve icralara dayalı olmama” durumu gözümüze çarpıyor. Borussia Dortmund, top rakipteyken “Barcelonavari” bir kararlılıkla alan daraltıp baskı yapıyor ve hücumda ise dünyanın en başarılı takımı Real Madrid iştahında ve hızla rakip kaleye iniyor.

Jürgen Klopp’a göre rakip kaleye en tehlikeli şekilde inmenin en kolay olduğu zaman topu kaptıktan sonraki “8 saniye”[1], tıpkı topu kazanmanın en kolay olduğu zamanın topu kaybettikten sonraki 6 saniye olduğu gibi.[2] Çünkü topu kazanıp rakip savunmaya pozisyon alma ve yerleşme izni verildiğinde kilidi açacak Xavi, Iniesta veya Messi gibi oyunculara her takım sahip olamayabilir. Yıldızlar olmasa da buna karşılık bu sistemde şaşırtıcı ve heyecan verici olan ise savunma düzeninden hücum yerleşimine anî geçiş. İlk bakışta kulağa “kontratak futbol” gibi gelse de Almanlar buna “vites yükseltme futbolu” diyor ve bu yetenekten ziyade oyun görüşü ve pozisyon bilgisiyle ilgili. Fakat işte beraber ve çok çalışmayla her oyuncu bu “makine”ye uyum sağlayabilir ve parlayabilir. Nitekim, yinelediğim “oyunculara dayalı olmama” durumuyla bu gerçek paralellik gösteriyor. Futbolcular Dortmund’a geliyor, Dortmund’tan futbolcular geçiyor ama yükselen çizgisiyle BVB gerçeği değişmiyor.


Nuri, Zidane, Barrios, Götze vs, ve son olarak Lewandowski’nin ayrılacağının konuşulduğunu göz önünde bulundurursak Klopp’u yine zor bir görev bekliyor; oluşturduğu makineye yeni dişliler bulmak. Bununla beraber Kloppo kendinden emin; “Yeni bir takım inşa ediyoruz. Yeni bir baskı makinesi. İlk sezonumuz gayet iyiydi ama mükemmel gitmedi. Oyunumuzu yukarı taşıdık. Yeni sezonda yine Şampiyonlar Ligi’ne kalmak istiyoruz. Kolay olmayacak. Çünkü herkes doğru mücadele etmeli”[3]

Borussia Dortmund bu hedefler kapsamında ilk transferini de Werder Bremen’den Sokratis Papastathopoulos’u kadrosuna katarak yaptı bile. Klopp’un tabiriyle “Lewandowski tiyatrosu da yakında biter”.[4] Bu durumda BVB Götze ve Lewa’nın boşluğunu doldurabilecek mi? Bana kalırsa Jürgen Klopp nasıl ki önceden Nuri Şahin’in yerini İlkay Gündoğan ile ve Lucas Barrios’un yerini Lewandowski ile doldurduysa, bu iki oyuncunun da yerini doldurabilecek potansiyelde oyunculara sahip. Özellikle  Julian Schieber, Moritz Leitner ve Leonardo Bittencourt’un saha içindeki üstlendikleri görevleri isabetli olursa Dortmund masalının bir sene daha devam etmemesi için hiçbir sebep yok. Ancak Avrupa’nın özellikle yüksek bütçeli ve dev takımları motivasyon uzmanı ve İngilizce’ye hakim Jürgen Klopp’un peşini bırakır mı orasını zaman gösterecek.


Hiç yorum yok: